Yaşar Kalafat. Beşmininci ilində türkoloq gözü ilə Naxçıvan.

ÇapE-poçt

 

YAŞAR KALAFAT

 BEŞBİNİNCİ YILINDA TÜRKOLOĞ GÖZÜYLE NAHCIVAN

 “Bir ananın iki oğlu
                            Bir amalın iki kolu
                            O da ulu, bu da ulu
                            Azerbaycan-Türkiye”        


“Dünyanın en güzel halklarından biri olan Türk halkının ve dünyanın en güzel dillerinden biri, belki de birincisi olan Türk dilinin, yabancı memleketlerde tanınmasına vesile olabilmek ömrümün en büyük sevinci ve şerefidir. N.H.Tan”

 GİRİŞ:

    Biz bu bildirimizde bazen geçmişten günümüze ve bazen de günümüzden geçmişe Nahçıvan’a Türkolog gözü ile bakmağa çalışarak misyon/görev ve vizyon içerikli bir görüş açısı geliştirmeğe çalışacağız. Bunu yaparken Türkolog anlayışımıza bir açılım getireceğiz. Türkolog’da neden vizyon/geniş görüşlülük ve misyonu önemsediğimizi açıklayacağız. Yerleşim yerlerinin nasıl kimlik edindikleri ve kimliklendirmede çağdaş Türkolog’un ve Türkoloji’nin öneminin nereden geldiği üzerinde duracağız.
    Ayrıca yerleşim merkezlerinin kimliği ile o merkezleri ilk iskâna açan ve meskûn hale getiren halkların ilişkisi üzerinde, kimlikten hareketle duracağız. Yurt mu yaşlıdır,  yurttaş mı veya yurt mu üzerinde yaşayan halka kimlik verir? O yurdun üzerinde yaşayan halk yani budun, millet mi o yurda kültürel ad olur, konusunu tartışmaya açacağız.
    Bu açıklamaları yaparken, neden bu yöntemi seçtiğimizi de belirteceğiz. Yüz, iki yüz, beş yüz yıllık Türk elleri ve Türklerin bu konudaki deneyimlerini beş bin yıllık periyotta/dönemde Nahçıvan özelinde ele almaya çalışacağız.
    Nahçıvan için geliştirilecek izah haliyle, batı Türklerini ve batı Türklüğünü de, batı Türkeli ile kapsayacaktır. Nahçıvan batı Türk yurdunun bir parçası ve Nahçıvan Türkü de batı Türklüğünün bir asli unsurudur.
    Bildirimizde coğrafyanın vatan oluşu ve vatanla göç sürecinde,,  millî fikirlerin oluşmaları, uygulamaya geçirilmeleri noktasında devlet yönetiminde çarkların nasıl işledikleri üzerinde duracağız. Türkolog-Türkoloji bazında ele alacağımız bu konuda, Azerbaycan ve Türkiye Türklüğünün yakın geçmişte aldığı duruş ve iki Türk elinin alması icap eden duruşun ne olması gerektiğine dair görüşlerimizi açıklayacağız. Sonuç bölümümüzde ise muhtaç olunan gücün kaynağına yer vereceğiz.

    METİN:

    Türk halklarının ortaya çıkışları ve etno kültürel gelenekleri bilimin en az bilinen konularındandır. Hint-Avrupaist Türkologlara göre Türk halklarının etnogenezi Türklere dayatıldığı gibi kabul görmelidir. İ.G. Aliyev, V.U. Mürzin birçok İskit uzmanı da Persologların tesiri altında kalmışlardır .
    Paleantropolojik ve arkeolojik verilerin etnolojik olarak tetkiki mümkün görülmemektedir. Bugüne kadar İskitlerin ve komşularının Pers dilli olarak kabul edilmeleri, bazı etnogenetik teorilerin temelini oluşturmuş; böylece Kuzey Kafkasya, İdil civarı, Ural çevresi, Batı Sibirya, Orta ve Merkezi Asya, Kazakistan ve Altayların arkeolojik kültürü İran etnosuna mal edilmiştir .
    Türk dilli İskitler, Sakalar, Sarmatlar, Massagetler, Alanlar, Kuşhanlar, Toharlar ve diğer Türk toplumlarının lisanlarında muhafaza edilen dil unsurları incelenip, eski ve modern Türk dilli halkların ve dillerinin paleantropoloji, arkeoloji, tarih, etnografya ve mitolojik bilimler sisteminde, etnik verilerin mukayeseli incelenmesi yapılmadan, bir coğrafyanın bir millete vatan olma yaşı belirlenemez  Bu bilim dallarından sadece birisi veya birkaçı aranan yaşın tespiti veya kültürel kimliğin belirlenilmesi için yeterli değillerdir.
    Nahcıvanın yerleşim yeri olma tarihinin yani, yerleşe gelen halkların kültürel kimliklerinin bilinmesi demek, Onun tarihini ve etnogenezini özellikleri ile bilmek demektir ki, bu bilgi noksanlığı var iken, günü değerlendirmek ve geleceği kurgulamak mümkün değildir.
    Türk halklarının ortaya çıkış teorilerinden birisi Altay teorisidir. Diğer Teori ise idil-Ural bölgesi olduğu şeklindedir. Eski oyma mezar kültürünün yayılma alanı dikkate alır ise M.Ö IV. Binyıl sonralarında İdil-Ural bölgesinde etnik oluşum sürecinin hızlandığı dönemde ortaya çıkan Kurgan kültürü 500–600 yılda yayılmıştır. Bu dönemde, Çarvacı Göçerler Avrasya sahasına saçılmışlar doğuda Baykal ötesine ve Mançurya’ya ve batıda Tuna ve Karpatlar’a güneyde, Ön Asya’ya yani Baykal ötesinden Tuna’ya Ural’dan Sümer eline Suriye ve Anadolu’nun tümüne ulaşmışlardır.
    Ön Kafkasya’da yayılarak oradan Ön Asya steplerine geçilmiş Ön Asya’nın eski yerli halkları ile bütünleşilip, Türklüğün Sümer Kolu olarak tarih sahnesindeki yerlerini almışlardır .
    Kafkasya’da bu arada Azerbaycan’da Türklerin atalarının M.Ö. II-I. Binyıllarda Bronz Çağında yaşadıkları kanıtlanmıştır .
    Asurî çivi yazılı tabletler Urmiye bölgesi Türklüğünü günümüzden 3.500 yıl evveline kadar götürmektedir.   Konumuza girebilmek için yapılmış bu açıklamalar büyük ölçüde bilinen hususlardır.
    Biz, Türkiye’de son yıllarda bazı kazı sonuçlarına kısaca değinip konuyu alanımızla bağlantılaşacağız. Prof. Veli Sevin ve Doç. Dr. Sevin başkanlığındaki ekip 1998 tarihinde Hakkâri’de yaptıkları kazılarda Hakkâri Taşları’nın Anadolu, Orta Asya ve Avrasya Uygarlığıyla ilgili önemli ipuçları elde etmişlerdir. Yerel bir hanedana ait olan bu taşlar MÖ 1450 ile 1000 yılları arasına tarihlendirilmektedirler. Hakkâri Taşları’nın Ön Türklere ait oldukları üzerinde durulmaktadır .
    Diğer taraftan Gen araştırmaları DNA moleküllerinin diziliş şekilleri Türklerin 40. bin yıldır Anadolu’da yaşadıklarını göstermektedir . Bu maddi kültür verilerini ovaa/ovoo veya obaa/oboo diye bilinen Altay ve Orta Asya inanç uygarlığına ait olan kutsal taşların  ile inanç özellikleri ile birlikte Doğu Anadolu ve Toroslar’da yaşamakta oluşudur .    
    Bize göre geniş anlamda Türkoloji sadece Türk milletinin dili, edebiyatı ve tarihinin çalışma alanı değildir. Türklük bilimi anlamına gelen Türkoloji sosyal bilimleri bütün dalları ile kapsayan, ayrıca diplomasi, uluslar arası ilişkiler, çevrecilik, yönetim bilimleri, toplum mühendisliği ve benzeri sahaları da içeren bir ilmî uğraş alanıdır . Nitekim uluslaşma bağlantılı terör konuları da çıkış, tırmanış ve varılmak istenilen safhaları ile Türkoloji’nin alanı kapsamında olmalıdır .
    Türklük bilimi, Türklüğü tanımak ve tanıtmak ise, Türkoloji Türklüğün kimlik bilimidir. Bu bilim vasıtasıyla Türk milletinin insanlığa hizmetleri anlatılabilir. Varsa Türklüğün kendisini yenileme geliştirme alanları bu bilimle o noktalar da aydınlanır. Dünya yaşlandıkça toplumlar arası savaşların merkezine kültür, kültürel kimlik oturmaktadır. Varlığını Türklük karşıtlığı üzerine oturtmuş toplumların isteklerinin ölçülüp biçilip tartılıp uygulamaya geçirilmek üzere sunulması, Türkoloji’nin ve Türkolog’un meselesidir.
    Bir başka ifade ile Türkolog, siyasileştirilmiş oryantalizminin  emperyalist hedefleri karşısında, ürettiği ilmi fikir ve dokümanlarla bilgi ve becerisini silah olarak kullanıp, kendisine ait olana sahip çıkabilme cephesinin muharibidir. Bu tanımlama siyasileştirilmiş oryantalizmin tezahürünün kaçınılmaz bir ürünüdür. Oryantalizmin etkinlik alanı olarak seçtiği her vasatta, Türk Türkologları aynı donanımla donatılmış olmak durumundadır.
    Türkoloji alanında çalışma yapmak muhakkak ki, sadece Türk Türkologlarına açık olan bir alan değildir. Bu arada, şarkiyatın belki de kurucuları olan, çok saygın hizmetleri ile yerleri doldurulamayacak derece önemli hizmetler vermiş bulunan, gerçek şark bilimci, oryantalistleri yok saymak da mümkün değildir.
    Esasen emperyalizm-oryantalist bağlantısından hareketle, Karabağ’a da, Ahıska’ya da Kıbrıs’a da tabii ki Nahçıvan’a da bakılabilir. Meselenin özünde, size ait olana dair sizin yeterince bilmediğinizi, ona sahip çıkmak isteyenlerin, sizden daha iyi bilmesi ve bu gerçeğe ulaşma uğraşısında, sizi çeşitli yönlendirme ve engellerle durdurması gerçeği vardır. Bu hareket, batı tarafından başlatılmış bu konuda Rusya batıyı izlemiştir. Emperyalist ülkenin ulusal çıkarları için, belirli ilmî disiplinleri hizmete sevk edebildiği günümüzde, sizin karşı iradeyi gösterememiş oluşunuzun gerçeği vardır.
    Mesele, Türkoloji’ye yalın ruhsuz bir bilim dalı olarak bakmakla çözüme kavuşturulamaz. Sayısal çoğunluktan daha önemlisi kalitedir. Çözüm, çok sayıda Türk tarihi uzmanı tarihçisinin mevcudiyetinde değildir. Mesele, tarihçinizin sizin meselelerinize, alanında sahip çıkabilmeği üstlenmesinde ve bu yükü kutsal bilmesindedir. Bu tutumun diğer adı, Türklük biliminin, Türklüğün hizmetine girmesi millileşmesidir. Bunun için çözüm, Türk tarihçisinin, arkeolog veya antropologunun kutsalının belirlenmesinde, Türk devleti farklılığına bakılmaksızın, Türklük için aynı anlayışı paylaşabilmesindedir. Emperyalizmin oryantalist kimlikte birleştirdiği vizyon ve misyon terkibine karşı, ancak bu yöntemle mücadele verilebilir. Örneklemek gerekir ise Azerbaycan Türkolojisi Nahçıvan şehir tarihine 5 000 yıl ilmî geçmiş biçmiş ise, bu ortak karar olabilmeli ve Türkiye Türkolojisi de bu koşuma koşulabilmelidir. Atatürk’ün, bölge Türklüğüne asgari 7 bin yıllık bir geçmiş belirlemesi tesadüfü değildir . Azerbaycan ve Türkiye Türkologlarının görüş ortaklıkları, ülkelerindeki Türkoloji’nin farklı disiplinlerinde de paylaşılabilmesinde ve daha önemlisi, bu fikirlerin, devlet yönetimi çarklarında kabul ve uygulama görebilmesindedir. Milli paradigmanın/değerler dizisinin oluşması ve uygulanmasında, Azerbaycan ve Türkiye örneklerinde olduğu gibi idarî ve akademik kadrolar aynı arayış ve tatbikatı paylaşabilmelidir. Bakû Türkoloji Kurultayı bu konuda örnek teşkil edebilir.
    Bakû Türkoloji Kurultayı’ndan sonra, Azerbaycan’da ve Türkiye’de Türkoloji alanında atılan adımlar, yüz yıllık zaman zarfında yaşanılan gelişmenin seyri, Bu kurultay karşıtı olan Slavyan hareketin hedefleri ve aldığı mesafe, Nahçıvan’ı gelecekte nelerin beklediği ve Türkolog’a bu ihtimallerin hangi görevleri yüklediği konusunda bir fikir verebilir. Batı emperyalizmine karşı Anadolu Türkolojisi neler yapabilmiş, hangi mevzileri kazanıp veya kayıp etmiştir? Slav emperyalizmine karşı Azerbaycan Türkoloji’sinin karnesinde hangi notlar vardır?
    Anadolu’da Türkoloji’nin geleceğinin teminatı olarak kurulan Türk Dil Kurumu , Türk Tarih Kurumu  gibi kuruluşlar hangi aşamalardan geçmiş veya geçirilmişlerdir? Bu hususun bilinmesi oryantalizm-Türkiyat karşılaşmalarının gelecekteki rövanşını belirleyecektir.
    Siyasi oryantalizme karşı millî stratejilerin oluşmasında, görev üstlenme durumunda olduğuna inanılan Türklük biliminin işleyişinde, belirleyici alanların seçilmesinde, idari bürokrasi ile akademik kadroların görev dağılımı nasıl belirlenebilirdi? Siyasi iktidarlara rağmen veya onlarla beraber, millî Türkoloji farklı irade beyanında bulunabilir miydi? Çarlık Rusya’sında Sovyet Rusya’sında , RF’ nda bu alandaki yapılanma nasıldı? Veya batıda Avrupa ve Amerika’da, geçmişte ve günümüzde, bu alanda çalışan bilim adamının, milletin millî sınırlar içinde ve dışındaki kesimleri için yapılacak toplum mühendisliğinde, yeri ve rolü ne idi ve nasıldı?
    Oryantalizmin yerli işbirlikçileri ile millî Türkoloji’ye sızma girişimleri de bilinirken, millî siyasete ters düşen Türkolog tiplemesinin önü nasıl alınabilirdi?
    Atatürk, istiklal ve Cumhuriyetin gerektiğinde kurtarılması için, bize göre Türklük biliminin mensubunu, hem özne ve hem de nesne yapabiliyordu  Türkologun da gafili olabilirken, Bu gaflet karşısında Türkologu bulabilmeliydi.
    Uluslar arası ilişkilerin bir takım kaçınılmaz sonuçları, çeşitli alanlarda, “bir kısım yaptırımlar” ile millî politikalar olarak her dönem hayata geçirilebilirken, emperyalizmden bağımsız bir millî Türkoloji’den, hangi anlamda söz edilebilir?
    Bu noktadır ki, bürokratta Türklük bilimi kavrayışını zaruri ve Türkolog’un faaliyet alanı yelpazesinin genişletilmesini gerekli kılmaktadır. Faaliyet vasatlarının ve önceliklerinin belirlenilmesi, yani esas bilgi unsurlarını, bilgi veri tabanları tayin edecek ve millî akademisyen, millî siyasetçi ile millî bürokrat arasındaki uyumu ortak paydadaki millilik nispeti veya derecesi belirleyecektir.
    İç politikadaki tavrı, emperyalizm tarafından tayin edilmiş olan iradelerin, Türklük biliminin faaliyet hedef ve alanlarının milliliği fazla güven verici olmayacaktır.
    Rus-Slav milliyetçiliği karşısında, Türkologu kurşunlandığı için bir varlık gösterme imkânı bulamayan Türklük biliminin , Batıdan yediği kurşunun, kuzeyden yenilenden farkı, Batının silahına hala susturucu takılmış olmasıdır.
    Türk Dünyası Bilimler Akademisi’nin faaliyetine başladığı günümüzde  Yakın geçmişte, Türkiye Türklük bilimcileri, Türklüğün ilk yazılı belgeleri olan Orhun-Yenisey bölgesindeki açılışlara, Cumhurbaşkanı seviyesinde katılacak derecede siyasi iradeye yakın olabilmiş ve her yıl Türkiye’de yapılan Dil Bayramları’na devlet ricalinin katılımını sağlayabilişlerdir. Bunlardan ilki Türk Tarih Kurumu’nun, ikincisi ise Türk Dil Kurumu’nun Türklük Bilimi alanlarına giren çalışmalardır. Bunların kuruldukları yıllarda Türkiye’de kurucu irade, Türkçe’nin Türklüğün belirgin özelliklerinden birisi olduğu kanaatindedir . Bu irade Türk ile Türkçeyi aynileştiriyor ve Türkçenin Türk milletinin kalbi olduğunu açıklıyordu .
    Türklük bilimin gündemine, 2011 yılında yayın dili olarak girmiş olan ve eğitim dili olarak da girmesi beklenilmekte olan Kürtçe maalesef girememiştir. Bize göre, Türlüğün bilimi olan Türkoloji, Türkiye’de birlikte yaşanılan halkların dil dahi kültürlerini de inkârcılığa yönelmeyecek tarzda kapsayabilmelidir.
    Bunun içindir ki, millet hayatında Türklük biliminin önemine inanmış millî bürokratın mesai tarihindeki mücadelesi, hedefleri ve içeriği bakımından Türkoloji yapan millî akademisyeninkinden farklı değildir. Doğal olarak akıbetleri de benzemiştir. Akademisyen görüşleri ile bürokratın ufkunu açabilirken, bürokrat akademisyene vasat ve vasıta oluşturur. Devlet hayatında, hassasiyet arz eden pozisyonlarda çalışanların görevlerinde kısa ömürlü oluşları, biraz da muhtemeldir ki bundandır. Türklük bilimi mensubunun kaderine, kara kurdele bağlayanlar da, muhakkak oryantalizm ve onun uzantısı durumunda olan yerli işbirlikçileridir.
    Türklüğün yaşadığı toprakları yurt edinme tarihi ile yani vatan tarihi ile Türklüğün tarih sahnesine çıkış zamanı, yani Türk etnik tezahürünün tarihi arasındaki uyum Nahçıvan için de doğal olarak geçerlidir.
    Bunun içindir ki, Türkoloji; arkeolojiyi de, antropolojiyi de mitolojiyi de, toponomiyi de onomastiği de ve diğer bilim dallarını da kapsar. Bu ve diğer bilim dallarından üretilecek bilgi ve belgeler gerektiği kadar seri, gerektiği kadar dokümanter, gerektiği kadar ihatalı ve gerektiği derecede kullanıma hazır olabilmelidir. Bu hâsıla, sürekli görev alanı akademik çalışma olmasa da, Akademisyenlerin yanı sıra, Türklük bilimi ile donatılmış bürokratı, diplomatı, yazarı ve sair alanlarda yetişmiş personeli gerektirir. Türklük bilimi Türklüğün yaşama sanatıdır .
    Musa Dağı Efsanesi, Haydat Ermeni Doktrininin mitolojik arka planını oluşturan Ermeni siyasi ideolojisinde yer alabilmiş bir sözlü kültür verisidir. Üç Deniz arasında Ermenistan hayali Nahçıvan Türk topraklarını da içermektedir.
    Türkiye’nin doğu ve güneydoğu illerinde yerleşim yeri isimleri, asıllarının Kürtçe oldukları tezinden hareketle değiştirilmektedir. Bize göre Türk ulusunun Kürtler gibi millî etnisitesi de vardır ve Türklüğün bu kesiminin de kültürüne yaşama imkânı tanınabilmelidir. Türk milleti bir aşiret topluluğu olmayıp millet olma sürecini çoktan tamamlamıştır. Hal bu olunca yerel kültürler ve onların coğrafyaya yansımaları da Türklüğün kültür servetidirler. Geçmişte de, günümüzde de bu türden tarihi doğal gelişimlerin yönü Sünni müdahalelerle şekillendirilmemelidir .
    Yaşanılan ikilemde, uygulanılan yeni kültür stratejisinde Yunus Emre Dernekleri, TÜRKSOY, TİKA, Türkçe Olimpiyatları ile Türk Kültür Dünyası oluşturulur iken, diğer tarafta yerel dillere millî dile alternatif oluşturmasının kapıları aralanmaktadır.
    Ancak, Türklük bölgesel sosyo kültürel bir yapılanmadır. Türk kültürlü halklar, Türk kültür coğrafyasını, nice bin yılda birlikte yaşadıkları halklarla beraber oluşturmuşlardır. Son yüzyılların ürünü olan ulus devlet yapılanmaları, abartılı uygulamalarla kültürel dokuyu oldukça sarsmıştır. Mesela, Gürcistan ve Ermenistan ülkelerindeki birkaç bin yıllık tarihî yer isimleri Gürcüce ve Ermenice isimlerle değiştirerek kimlik oluşturma girişimleri hızlandırılmıştır. Bu tür arayışlar bölge toponomisine yansıtılmışlarken, Türkiye’nin veya Azerbaycan’ın yerel yer isimlerine dönme girişimleri, bölge kültür coğrafyasının Ermeniler veya Gürcüler lehine gelişme göstermesi anlamına gelir. Kültür stratejilerinde atılacak bölgesel adımlar bölge ulusları ile birlikte atılabilmelidir. Aksi halde tek yanlı tek yanlı girişimlerden millî çıkarlar zarar görecektir.
    Acara konusunda olduğu gibi, Nahçıvan konusunda da, Türkiye’nin anlaşmalarla garantör ülke görevini üstlenmesi, siyasi sınırlara rağmen, Türk ellerinin korunması konusunda, Aras’ın her iki yüzündeki Türk yönetimlerinin ortak irade de birleştiklerini gösterir. Böylesi bir tavrın sergilenmesi gerekiyordu. Zira Nahçıvan ve Iğdır’da açılan toplu mezarlarda aynı milletin evlatları yatıyorlardı. Bu katliamı önlemek içindir ki, Osmanlı Türk Ordusu Nahçıvan’ın güneyinden Van’dan Güney Azerbaycan’a da girmişti. Bu gün bu toplu mezarlar, Türkiye Türkleri tarafından açılırlarken, yüz yıl evvel bu mezarlar Haydat zihniyeti  tarafından kapatılmışlardı.
    Bu dönemin olayları Anadolu sözlü kültürüne;
        “Oğul bir yanım kurt kuş yemiş
    Bir yanım bihaberdir” şeklinde yansıyacaktır.
    Bu dönemde; çadırlar dağa kurulacak, hücum borusu vurulacak, bir Sarıkamış uğuna, 90 bin fidan kırılacaktır.
    100 yıl sonra Sarıkamış Destanı Nahçıvan’lı bir Türk kızının şiirinde dile getirilirken;
    “Men aşiq, sarı yaram,
    Göy yaram, sarı yaram,
    Gülayeyem, yaranı,
    Qanımla sarıyaram” denilecektir.
    Türklük biliminin önemi, Türkler tarih sahnesine ilk çıkışları ile anlaşılmış, Türklerin yurt tutma, yurdu koruma ve yurdu kurtarma mücadelelerinde, bazı farklılıklar gösterse de, hep hayata geçirilmiştir. Türklük bilimi Türkün yaşama biçimi, yaşama sanatının bilimi iken, onun geliştirilip, hasımdan korunma ve tehdidinden kurtulma durumlarında devreye sokulması gereği, günümüzde kendisini giderek daha fazla hissettirmektedir.
    Azerbaycan Türkiye Ortak kültür coğrafyasında, yani batı Türklüğünün bu kesiminde yer adları değişimine paralel bir gelişme daha olmaktadır. Türk kültürlü halklardan ana dili Kürtçe olanlar, ilkin Kuzey Irak’ta planlı bir iskâna tabi tutularak bölgenin tarihî demografik yapısı alt üst edilmiş, daha sonra bu toplumun Türkiye içerisindeki kesiminden güney-kuzey istikametinde nüfus kayması sağlanılmış ve bu iskân hareketi Nahçıvan’ı da kapsayacak tarzda genişletilmiştir. Görüldüğü üzere, açıklanmasına çalışılan yeni Türkolog tiplemesi iskân hareketlerini de görev alanı kapsamına alabilmelidir.
    Geçen yüzyılın Anadolu Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi arasında anlaşılabilirlik yüzdesi, Türk milletinin bu iki kesiminden birisinin yüzünü kuzeye ve diğerinin de batıya çevirmeleri üzerine ciddi şekilde azalmıştır. Türkiye’de yaşanılan dilde sadeleştirme hareketi, Türk ellerinden Özbekistan, Türkmenistan ve bilhassa Azerbaycan arasındaki ortak dil özelliklerine bilhassa kelime hazinesindeki müşterekliklere ciddi darbe vurmuştur.
    Bu gelişmeden Türklük bilimi bakımından şu sonucu çıkarabiliyoruz; Süper Güç güdümünde şekillenen Kuzey Irak’taki Kürt yapılanma, İran Fars dil coğrafyasını, Nahçıvan kapılarına kadar uzatma temayül ve potansiyelindedir . Böylece 5.000 yıllık Türk yurdu olduğu üzerinde durulan Nahçıvan, Ermeni tehdidinin yanı sıra, Batı Emperyalizminin arka çıktığı ikinci bir muhtemel tehdit ile muhatap edilebilir.
    Türkiye Türkolog’unun yeterince dikkatini çekememiş olduğu kanaatinde olduğum diğer konu Zerdüştcilik olup, Teolog-Türkolog bağlantısı hususudur. Etnisiteden hareketle millet oluşturma, milletleşme şuuru verme konusunda, emperyalizmin Türk ellerindeki en çetin engeli İslamiyet olmuştur. Zerdüştciliğe ve Yezidiliğe hayat vermek suretiyle  bu konulara duyulan ilgiye pirim vererek, anadili Kürtçe olan Türk kesimi bölme imkânı, en azından bize göre ilk etapta mümkün değildir. Ancak Yezidiliğin Zürdüştçiliğin bir tezahür şekli olduğu  ve millî Kürt inancı olduğu görüşü,  bazı Kürdologların savları arasındadır. Bu tespitin doğruluğu kabul görmesi nispetinde, İran Fars Kültür coğrafyası, Azerbaycan-Anadolu Türk kültür coğrafyası aleyhinde batıya ve kuzeye doğru uzayabilecektir. Böylesi muhayyel bir yayılma Farslara, etnik kimliği Türk olmadığı üzerinde de durulan dil-kültür bağlantısının da bulunduğu bir yapılanma ve Ermenilere de, keza anadili ve İslam algılayışları Türklerden farklılık arz eden bir komşu kazandırabilecektir. Bu arada din konusu açılmış iken, Kürt bölgelerinde Yahudi Kürtler konusu üzerinde durulmaktadır .
    Bölüm özetlenirken söylenilebilir ki, Türkiye Türklük bilimcileri;  yerel diller, Zerdüştcilik gibi bölgede yaşayagelmiş olan dinler ve yer adları konusunda yeterince araştırma yapamamış olmalı ki, oryantalist araştırı sonuçları, bu bölgeye yönelik emperyalist ulusal kültür stratejilerinde başarıyla kullanabilmektedirler
    Yaşadığı coğrafî bölge neresi olur ise olsun, anadili Kürtçe olan bölge halkını ithamdan tenzih ederiz. Ancak; bölgede emperyalizmin dostu ve bölge halklarına düşman kılınmış olan aynı zamanda Nahçıvan’ı da kapsayan bir yapılanma geliştiriliyor.
    Fiziki istiladan çok daha vahimi manevî istiladır ki, asıl tahribatından kaçınılması gereken ve kalıcı olan istila türü bu türden olan istiladır.
    Açıklamamızın bu kısmından muradımız, çağdaş Türkoloji’nin mitolojiyi de kapsaması gerektiğine vurgu yapmak içindi. Anadolu Türklüğünün bu kesiminin halk inançları arka planı, Altaylar-Orta Doğu ve Orta Asya-Orta Doğu istikametindeki inanç göçü ile beslenmiştir . Bunun içindir ki, Nahçıvan’ın 5.000 yıllık iskân tarihi Nahçıvan’daki dinî tabakalaşma ve bu arada Zerdüştcilik tarihi ile yakından ilgidir.
    Arkeoloji- vatan tarihi, arkeoloji-millî tarih bağlantısı dünyanın her bölgesinde olduğu gibi Nahçıvan ve Nahçıvan Türklüğü için de önem arz eder. Yaşanılan topraklarda sizden evvel ve sizinle birlikte yaşayan halkların kültür dökümleri de sizindir, size emanettir, zira dünya kültürünün bir parçasıdırlar. Varlıklarını sürdürebilmeleri için korunmayı hak ederler. Ancak bu uygulamayı siz iradenizle yaparsanız saygın olursunuz, size yaptırırlar ise, İlim erbabınızla birlikte talimat almış taşeron durumuna düşersiniz.
    Bu konudaki diğer önemli husus, değerler dizisi münasebetiyle belirtildiği üzere, coğrafyanızda tarihî geçmişinizden söz ederken, mesela Sümerlerin veya İskitlerin ahfadı olduğunuzu söylerken, bu tezinizi Sümer arkeolojik verileri ile doğrulamak durumundasınız. Sümer arkeolojisinden hareketle paradigmanızda bir tarihî geçmiş izahı var ise, Sümer dini hayatı ile mitolojik geçmişiniz arasında bir bağ kurabilmek, o inancın izlerini halk inançlarınızda veya sözlü kültürünüzde bulabilmelisiniz. Bunun içindir ki, ilgili ilmî disiplinler arasında gerekli bağ kurulabilmelidir. Paradigmayı inşaa edecek kadronun belirlenebilmesi için, ilkin bilim adamı varlığının dökümü çıkarılabilmelidir.
    İzahımızın gelinen noktası itibariyle kültür coğrafyaları ihtilafı bakımından yer verilecek diğer önemli husus rejiyonalistlik veya bölgeciliktir. Birlikte yaşayan halklar, yerel kültürlerini geliştiremezler mi? Birlikte yaşama iradesine rağmen halkların kaderlerinin tayin hakkının önü açılmamalı mı? Konu bu olunca farklı sorular gündeme gelecektir.
     Bunlar 5.000 yıla rağmen canlılığını koruyan çözüm bekleyen hususlardır.
    -Emperyalizme dayanılarak antiemperyalist mücadele verilebilir mi?
    -Bir dönemin antiemperyalist Marksist Anadolu düşünürleri adeta emperyalizmin saffında mevzi tutma yarışına girmişlerdir. Bu durumun oryantalizm bağlantısı üzerinde durulamaz mı? Oryantalizm, sadece Marksist veya dinî-irticaî vasat içerisinde mi yerli işbirlikçi edinebilmiştir?
    -Halkların ayrı yaşayabilme hakları olduğu gibi, birlikte yaşabilme hakları ve bu konuda da irade belirtme özgürlükleri yok mudur?  Ortak kültürel geçmişe rağmen, Türkoloji’den müstakil ortak mirasın bölünüp parçalanması pahasına, bir Kürdolojinin oluşmasının, Kürt kültürel kimliğinin gelişmesine zararlı olabileceği görüşü de bir yaklaşım tarzı olamaz mı? Türkoloji-Kürdoloji ihtilafının oryantalizmin bir ürünü olabileceği tartışılmadan geçilmemeli midir?
    -Etnik köken itibariyle aynı olan halkların, mesela Azerbaycan ve Türkiye Türklerinin; tarihî, coğrafî ve benzeri şartlarlar nedeniyle kültürlerindeki bazı farklılaşmalar sonucu ortaya çıkan, kültürel şekillenmelere sahip çıkma ve onları geliştirme arayışları, Türkoloji’nin bütünselliğine aykırı mıdır, hangi hallerde ve ne manada aykırıdır? Türkoloji’nin dışında bir Azerolojiden veya Azerbaycancılık biliminden bahsedilebilmeli mi? Azerbaycan şinaslığın, Azerbaycan kültür ortamında, genel Türkoloji’nin bir alanı olarak gelişmesi, oryantalizmin sömürü mekanizması karşısında Türklüğü zayıf mı kılar? Yoksa farklı Türk ellerinde, Türkoloji vasatlarında yarışı genel Türklük lehine hızlandırır mı?
    Unutulmamalı Nahçıvan Türk tarihinin yaşı üzerinde durulurken, Anadolu veya Azerbaycan Türklüğü doğmadan evvelki ortak tarihi Türk döneminden yola çıkılabiliyor.
    Bu soruların sorun olmamaları için, sınırlanırının çizilebilmesi de bürokrat veya akademisyen Türkologların uğraş alanına girmeli, girebilmelidir. Bu konu genel Türk kimliği ile zamanla oluşmuş, Türk kimliklerinin belirlenerek tanımlanmaları meselesidir. Siyasi oryantalizmin istismarına açık olan bu konu behemehal irdelenebilmelidir.
    Türkiye Cumhuriyeti imparatorluk bakiyesi olarak bir millî devlet modelinde kurulurken, haliyle yapılanmasına uygun kurumlar da oluşturmak durumundaydı. Bu maksatla, Türk etnik kökenli düşünür ve bilim insanları öncelikli olmak üzere, Türkiye’ye celp edildiler. Bunlar; DTC Fakültesi , İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü , Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu  gibi yapılanmalarda hizmet verdiler . Türkiye’den de etnik kökenine bakılmaksızın yeni cumhuriyetin ilkelerine uygun eğitim alabilmeleri için Avrupa ve SSCB’ne gençler gönderildi . Bunlar dil bilimci, tarihçi, teolog vs. Türk aydınları idiler. İçlerinde Tatar kökenli Türkler de vardı.  Bu seçkin Türkler, Türkiye’ye Tatar tarihi, Tatar dili inşaası için gelmediler ve böyle bir kimlikle de faaliyet göstermediler . Keza aralarında Azerbaycan Türkü olan bilhassa dil bilimci Türk aydınları da vardı. Bunların da belirtilen türden bir arayışları olmadı. Bunlar Türk diline bir Türk elinde hizmet etmek istiyorlardı ve öyle yaptılar. Yapılan hizmet Türkiye Türklüğünden hareketle genel Türklüğe idi. Bu hizmetleri nispetinde genel Türkçeye hizmet ederlerken doğal olarak Azerbaycan ve sair Türk lehçelerine de hizmet etmiş oluyorlardı . Ayrıca tatbiki ilimlerin kürsülerinin oluşturulmaları için Türk olma şartı aranmayan bilim adamlarının Türkiye’ye gelmeleri sağlanıldı. Türkiye’de hızlanan demokratik açılmalar, millet olma dönemini tekâmül ettirmiş milletimizi, tekrar boy tahassuna sürükler ise, bize göre bu gelişmeğe Türkoloji’nin emperyalizmden yara alması anlamına gelir.
    İncelenilmeye muhtaç hususlardan birisi de yaklaşık 100 yıl evvel millî devletini kurarken bilim insanı transfer eden Türkiye Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği dağıldığı zaman kaç soydaş bilim adamına yurtluk yapabilmiş ve hangi bilim dallarında Türkiye’ye adeta taşeronluk yaptırılmıştır. 2008 yılında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden vatandaşlık hakkı almış 22 Azerbaycan Türkü bilim adamı mutluluk vesilesi olmuştu.
    Rejiyonalizmin hastalıklarından birisi de, bir Türk elinin komşu Türk elleri üzerinde toprak emelleri beslemiş olmasıdır. Emperyalizmin, aynı milletin farklı devletlerdeki mensupları arasına nifak sokarak istismar ettikleri ve fakat taraftar bulamadıkları hususlardan birisi de bu husustur. Nitekim 2011 Eurovizyon yarışmalarında Türkiye bayrağı ile sahneye çıkan Avrupa birincisi Eldar-Nigar ikilisi bu tutumları ile çok çarpıcı bir örnek sergileyerek;
    “Bir ananın iki oğlu
    Bir amalın iki kolu
    O da ulu, bu da ulu
    Azerbaycan-Türkiye” dörtlüğünü sanatları ile tescil etmişlerdi.
    Bize göre Türkmenistan’da Azerbaycan’da veya Kazakistan’da uzun yıllar ve hemşerilerinden uzak o Türk ellerinin insanları arasında yaşamakla asimile olunmaz, böyle kimseler Türklüğünü yitirmezler. Anadolu Türkü iken giderek Azerbaycan Türk kimliği ile donanmış olurlar. Bu hal, kimlik yitimi, erime değil kimlik pekişmesidir.

    SONUÇ:

    Emperyalizm edinilmiş avantajlarını artırmaktan doğal olarak vazgeçmezken, sömürü mekanizmasında oryantalistlerinden istifadesini de sürdürecektir.
    Antiemperyalist yapılanmalarla sömürü mekanizmasını kırabilmek için Türklük biliminin içeriğini ve kapsamını geliştirmek ve Türk elleri arasında Türklük bilimi dayanışma çevresini oluşmak gerekir.
    Muhtaç olunan kuvvet bu milletin damarlarındaki kanda mevcuttur. Bu millet derken hiçbir zaman ırkçılığı değil ortak kültür değerlerini paylaşan Türk budundan söz ediyoruz . Onların yara sarıcılığına güveniyoruz. Onlar hem göy ve hem de sarı yarayı sararlar. Çünkü onlar yaraları kanlarıyla sarıyarlar.
    Ozanımızın dediği gibi,
    “Men aşiq, sarı yaram,
    Göy yaram, sarı yaram,
    Gülayeyem, yaranı,
    Qanımla sarıyaram”

Saytdakı yeriniz: Əsas səhifə SİMPOZİUM Məqalələr Yaşar Kalafat. Beşmininci ilində türkoloq gözü ilə Naxçıvan.
Yuxarı qayıt